Bayan Beckham, David gelip bizimle parkta oynayabilir mi?
Biz de, annem Sandra, ablam Lynne ve o zamanlar daha bebek olan küçük kardeşim Joanne' le birlikte onu seyretmeye giderdik. Babam, Mark Hughes gibi oynayan ama ondan daha sert bir santrfordu.
Babam -oğul olarak sahip olduğumuz pek çok ortak özelliğe rağmen, Brooklyn'le ben çok farklıyız.Ben onun yaşındayken, beni dinleyen herkese ''Manchester United' da futbol oynayacağım.'' diyordum. O da babası gibi bir futbolcu olmak istediğini söylüyor, peki United' da mı? Bunu henüz kendisinden duymadık. Brooklyn gerçekten de yapılı ve güçlü bir çocuk. Ben ise her zaman cılızdım. Ama ne kadar çok yersem yiyeyim büyüdükçe yapım pek de değişmedi. Futbol oynarken muhtemelen daha da küçük görünüyordum, çünkü babamla ve onun arkadaşlarıyla oynamadığım zamanlarda evimizin bulunduğu sokağın köşesindeki Chase Lane Parkı'nda benim iki katım büyüklüğündeki çocuklarla oynardım. İyi oynadığım için mi yoksa tekmeyi yiyip havalandıktan sonra bile geri gelip oynamaya devam ettiğim için miydi bilemiyorum, ama okuldan sonra bizim eve gelip şöyle derlerdi.
''Bayan Beckham, David gelip bizimle parkta oynayabilir mi?''
Chase Lane Parkı'nda epey zaman geçirdim. Bizim sokakta, iki bina aşağıda oturan Alan Smith gibi büyük çocuklarla birlikte oynamadığım zamanlarda, orada babamla oynardım. Önce arka bahçemizde topa vurarak başlamıştık ama oynarken çiçekleri eziyordum. Bu nedenle, makine mühendisi olan babam işten geldikten sonra birlikte parka gidip saatlerce çalışmaya başladık.
Oyunumdaki bütün güçlü yönler, 20 yıl önce babamın bana parkta öğrettikleridir. Hava kararıp topu görmek zorlanşıcıya kadar topla temas ve düzgün şut çekme çalışması yapardık. Yapabildiği kadar yükseğe diktiği topu yere indiğinde bana kontrol ettirirdi. Sonra her iki ayakla topa vurma çalışması yaptırıp vuruşlarımın düzgün olmasını sağlardı. Bazen beni çılgına çevirse de harika bir çalışmaydı bu. ''Neden kaleye geçip sana şut çekmeme izin vermiyorsun?'' diye içimden geçirirdim. Belki beni zorluyordu ama benim bütün yapmak istediğim futbol oynamak olduğundan ve babam da benimle birlikte oynadığı için çok şanslıyımdım.
Babam Ted, yerel Orman ve Bölge Ligi' nde yer alan Kingfisher takımında oynardı. Biz de, annem Sandra, ablam Lynne ve o zamanlar daha bebek olan küçük kardeşim Joanne' le birlikte onu seyretmeye giderdik. Babam, Mark Hughes gibi oynayan ama ondan daha sert bir santrfordu. Leyton Orinet takımının seçmelerine katılmış ve birkaç yıl da Finchley Wingate takımında yarı profesyonel olarak oynamıştı. Sürekli ofsayta düşse de iyi bir oyuncuydu. (Ofsayt kuralının işleyişini öğrenmem benim epey zamanımı almıştı. Babamınsa bu kuralı bu kuralı öğrendiğini hiç sanmıyorum.) Onu izlemekten büyük zevk alırdım ve futbol oynamanın onun için ne kadar çok şey ifade ettiği de biliyordum. Bana koçluk yapmaya vakit ayırmak için düzenli olarak futbol oynamaya bıraktığını söylediği zaman sekiz ya da dokuz yaşındaydım ama daha sonra bu konuda hiç konuşmadıysa da bu fedakarlığın onun için ne anlama geldiğini çok iyi anlamıştım.
Yedi yaşında beri Babam beni evimizin yakının da bulunan North Circular Road'un oradaki Wadham Lodge adlı yerde Kingfisher takımının hafta içi akşamları yapılan antrenmanlarına götürdü. Babamla ve arkadaşlarıyla birlikte olmanın yanı sıra, yalnızca orada olduğum için bile o gecelerden kalan, çok güzel hatalarım var. Arabayla evden on dakika kadar uzaktan olan bir yerdi. Yan yana dizilmiş evlerin önünden geçerek uzun bir caddeden ilerler, sonra büyük, mavi, ahşab bahçe kapılarından girdikten sonra ilk otoparktan geçer, sonrada hemen yanında antrenman sahası bulunan ikinci otopark arabayı park ederdik. Turuncu renkte çakıl ve cüruftan yapılmış toprak bir sahaydı ve filesi takılmış kalesi vardı. Sahaya bakan küçük bir bar, sosyal tesis görevi görüyordu. Bu sahanın biraz ilerisinde üç ya da dört tane saha daha vardı ki bunlardan birisi şampiyona maçlarının ve özel karşılaşmaların da oynandığı en güzel sahaydı. Bu sahanın etrafı alçak bir duvarla çevriliydi ve yüzeyinden aşağı doğru girintili iki yedek kulübesi vardı. O zamanlar bana muazzam büyüklükte bir stadyum görünüyordum. Bir gün o sahada top oynamayı hayal ederdim.
Wadham Lodge o zamanlar çok bakımlı bir yer değildi. Soyunma odalarındaki görüntü tam bir Pazar ligi görüntüsüydü: Çamurlu yerler, tam anlamıyla sönük bir aydınlatma ve damla damla soğuk su akıtan duşlar. Bir de, oyuncuların bacaklarına sürdükleri kas gevşeticinin kokusu vardı. İçeri adamınızı atar atmaz koku burnunuza çarpardı. Gece maçları için altı tane direğin ucunda birer projektör vardı ama bunlar her sezon en az bir defa söner, birileri de içeri koşup soyunma odasının içinde, kapının hemen yanında duran bir dolaptaki otomatik bir cihaza biraz bozuk para atmak zorunda kalırdı.
Kaynak : Spor Söleni tarafından ''David Beckham, Benim Hikayem'' adlı kitabından kısaltılarak yazılmıştır.
İlgili Galeriler